T.C
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2022/9-255
K: 2023/363
T: 21.06.2023
Özet: Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararlarına karşı direnmenin mümkün olmadığı gözetilmelidir.
(5271 s. CMK m. 271, 307, 308)
TÜRK MİLLETİ ADINA YARGITAY İLAMI
I) HUKUKİ SÜREÇ
Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan sanık S.Ç.’nin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 103/2, 103/4 ve 53. maddeleri uyarınca 27 yıl hapis; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise aynı Kanun’un 109/2, 109/3-c, 109/5 ve 53. maddeleri uyarınca 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesince 20.09.2017 tarih ve 118-278 sayı ile verilip çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hüküm yönünden resen de istinafa tabi hükümlere yönelik katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili ve sanık müdafii tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesince 22.01.2018 tarih ve 3585-59 sayı ile istinaf istemlerinin kabulü ile ilk derece mahkemesince kurulan hükümlerin kaldırılmasına, sanığın çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan TCK’nın 103/2, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 16 yıl hapis; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise aynı Kanun’un 109/1, 109/3-f, 109/5, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir.
Bu hükümlerin de sanık müdafii ile katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 23.10.2018 tarih, 5297-6191 sayı ve oy çokluğu ile katılan Bakanlık lehine vekâlet ücretine hükmedilerek hükümlerin düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Daire Üyeleri B. Ş. ve B. A.;
“Sanığın, mağdureyi silah zoruyla arabaya alıp ıssız bir yere götürerek anal yoldan nitelikli istismarda bulunduğu beyan ve kabulü ile ilk derece mahkemesi TCK’nın 103/2-4 maddesi uyarınca teşdiden 27 yıl, 109/2-3 f-5. maddesi uyarınca teşdiden 9 yıl hapis cezasına hükmetmiş, BAM, mağdurenin rızasıyla istismar gerçekleştiğini kabul ederek TCK’nın 103/2. maddesi uyarınca 16 yıl, TCK’nın 109/1-3 f-5. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis cezası vermiştir.
Mağdure iki kez kollukta, bir kez Cumhuriyet savcılığında ve mahkemede alınan beyanlarında olayın başlangıç ve oluşunu farklı şekillerde anlatmıştır. Özellikle kollukta vekili ve psikolog eşliğinde verdiği ifadelerde suç tarihini açık ve net olarak 06.10.2014 olarak belirtmiş, sanığın bu tarihte şehir dışında olduğunun kesin olarak tespiti üzerine savcılık tarafından yeniden beyanı alındığında suç tarihini Eylül ayının sonunda Pazartesi veya Salı gününden biri olarak belirtmiş, sanıktan dayak yediği için Sultanbeyli Devlet Hastanesine gittiğini söylemiştir. Sultanbeyli Devlet Hastenesinin cevabından anlaşılacağı üzere mağdurenin 25.09.2014 tarihinde saat 00.59’da düşme tanısıyla muayenesinin yapıldığı anlaşılmış, herhangi bir darp-cebir belirtisinden bahsedilmemiştir. Görüldüğü üzere mağdure önceki beyanlarıyla tamamen çelişir şekilde suç tarihini değiştirmiştir.
Bunun yanında Adli Tıp Kurumundan alınan raporda mağduredeki anal bulguların cinsel istismara bağlı olabileceği gibi kabızlık sorununa bağlı olarak da ortaya çıkabileceği belirtilmiştir.
Mağdure, olayı ilk olarak hamilelik testinin olumlu çıktığı gerekçesiyle arkadaşı tanık Şeyda’ya anlatmıştır. Mağdure sanığın kendisine anal yoldan istismarda bulunduğunu iddia etmesine karşın, bu ilişkiden hamile kaldığını söylemesi mağdurenin beyanlarına itibar edilmeyeceği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Zira 15 yaşının içindeki normal bir genç kızın, hamileliğin ne şekilde olacağını bilmemesi düşünülemez.
Mağdurenin, olayın başlangıcı, gelişmesi, sonuçları ve özellikle suç tarihi hususundaki çelişkili beyanları, sanığın istikrarlı savunması ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında;
Mağdurenin soyut ve çelişkili beyanları dışında sanığın cezalandırılmasını gerektirir güç ve nitelikte delil elde edilemediği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 23.11.2018 tarih ve 23069 sayı ile; “…Dosyada mağdurenin soruşturma aşamasında üç ayrı beyanı vardır, 18.10.2014 tarihli kolluk ifadesinde sanığın kendisini kolundan tutarak zorla araca bindirmek suretiyle kaçırdığını, diğer ifadelerinde ise silah teşhiri ve ağabeyine zarar vereceği tehdidi ile araca binmesini sağlayarak kaçırdığını beyan etmiştir. Bir diğer çelişki de olay tarihi hakkında olmuştur. Önce 06.10.2014 tarihini zikretmişken bu tarihte sanığın il dışında olması nedeniyle bu kez Eylül ayının sonu olarak suç tarihini değiştirmiştir. Adli raporunda yazılı bulguların fiili livatanın yanı sıra kabızlık sonucunda oluşabileceği rapor içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu delil durumu nedeniyle sanığa atılı suçların sabit olmadığı,” görüşüyle itiraz yoluna başvurulması üzerine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 19.02.2019 tarih, 10123-7332 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 10.03.2020 tarih, 171-169 sayı ve oy çokluğuyla;
“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesince verilen 22.01.2018 tarihli ve 3585-59 sayılı çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarına ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin, sanığın atılı suçları işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi ise 12.10.2020 tarih, 683-1294 sayı ve oy çokluğu ile Ceza Genel Kurulunun bozma kararına direnerek önceki hükümler gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.02.2021 tarihli ve 479 sayılı bozma istekli tebliğnamesiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmiş, Özel Dairenin 14.02.2022 tarihli ve 19365-1172 sayılı kararı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
1. UYUŞMAZLIK KONUSU İLE ÖN SORUN
Özel Daire ile Bölge Adliye Mahkemesi arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı, Bölge Adliye Mahkemesince direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
III. ÖN SORUNA İLİŞKİN AÇIKLAMA
İstanbul (Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığının 06.03.2015 tarihli ve 11325-595 sayılı iddianamesi ile sanığın çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından TCK’nın 103/1-a, 103/2, 103/4, 109/2, 109/3-f ve 109/5. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanığın her iki suçtan mahkûmiyetine hükmedildiği, çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hüküm yönünden resen istinafa tabi hükümlere yönelik istinaf başvuruları neticesinde Bölge Adliye Mahkemesi tarafından duruşma açılarak istinaf başvurularının kabulüyle İlk Derece Mahkemesince sanık hakkında kurulan hükümlerin kaldırılmasına ve sanığın atılı suçlardan mahkûmiyetine hükmedildiği, söz konusu kararın temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece katılan Bakanlık lehine vekâlet ücretine karar verilmek suretiyle hükümlerin düzeltilerek onandığı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının sanığa atılı suçların sabit olmadığından bahisle itiraz yoluna başvurması sonucu dosyayı inceleyen Ceza Genel Kurulu tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı kabul edilerek Özel Dairenin düzeltilerek onama kararının kaldırıldığı ve Bölge Adliye Mahkemesinin sanık hakkında vermiş olduğu mahkûmiyet hükümlerinin sanığın atılı suçları işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği, bozma üzerine yargılama yapan Bölge Adliye Mahkemesince Ceza Genel Kurulunun itiraz üzerine verdiği bozma kararına direnilerek sanığın önceki hükümlerde olduğu gibi cezalandırılmasına hükmedildiği anlaşılmaktadır.
IV. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Öğretide Ön Soruna İlişkin Görüşler
Ön sorunun sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için direnme hakkı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi ile anılan hukuki kurumlar arasındaki farklara değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
CMK’nın “Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri” başlıklı 307. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesi; “Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.” şeklinde düzenlenmiş,
02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36. maddesiyle, anılan fıkranın ikinci cümlesi değiştirilerek belirtilen fıkraya; “Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.” cümleleri eklenmiştir.
6763 sayılı Kanun’un 36. maddesinin gerekçesinde ise; “5271 sayılı Kanunun 307 nci maddesinde değişiklik yapılmak suretiyle Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye veya ilk derece mahkemelerince direnilmesi halinde dosyanın doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi yerine kararı veren daireye gönderilmesi öngörülmektedir. Mevcut düzenlemede temyiz üzerine Yargıtay ilgili dairesince verilen bozma kararına direnilmesi durumunda dosya ilgili daireye gelmeksizin doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gitmektedir. Yapılan değişikle direnme kararlarının önce ilgili ceza dairesine gelmesi sağlanmak suretiyle ilgili dairenin kararını düzeltebilmesi imkânı getirilmektedir. Böylelikle dosyaların daha kısa sürede kesinleşmesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun iş yükünün azaltılması amaçlanmaktadır.” hususlarına yer verilmiştir.
Buna göre, yerel mahkemece direnme kararı verilmesi üzerine dosya, kararına direnilen daireye gönderilecek, dairece mümkün olan en kısa sürede direnmenin yerinde olup olmadığı konusunda inceleme yapılacak ve direnmenin yerinde olduğu kabul edilirse karar düzeltilecektir.
Dairece direnmenin yerinde olmadığına karar verilmesi durumunda ise dosya değerlendirme yapılmak üzere Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilecek ve Genel Kurulca verilen karara karşı direnilemeyecektir.
Bölge Adliye Mahkemeleri ile kanunda açık hüküm bulunması durumunda ilk derece mahkemeleri kararlarının Yargıtay ilgili Ceza Dairesince temyizen incelenmesi ile olağan kanun yolları sona ermektedir. Bu aşamadan sonra ise uyuşmazlığa konu dosya özelinde ancak CMK’nın 308. maddesi uyarınca olağanüstü kanun yolu olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı gündeme gelebilecektir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisine, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nun temyize ilişkin hükümleri içindeki 322/4. maddesinde; “Ceza dairelerinden birinin kararına karşı Cumhuriyet Başmüddeiumumisi, ilâmın kendisine verildiği tarihten otuz gün içinde Ceza Umumi Heyetine itiraz edebilir.”, CMK’nın olağanüstü kanun yolları arasındaki 308/1. maddesinde ise; “Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.” biçimlerinde yer verilmiştir. Görüldüğü üzere CMK’nın 308. maddesinde yer alan lehe itirazda süre aranmayacağına ilişkin düzenleme dışında madde metinleri benzerlik arz etmektedir.
05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 99. maddesiyle, CMK’nın 308. maddesine;
“(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. 3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir” hükümlerini içeren (2) ve (3) numaralı fıkralar eklenmek suretiyle madde son şeklini almıştır.
Görüldüğü gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı yolu, Ceza Daireleri kararlarına karşı başvurulan olağanüstü bir kanun yolu olup bu yetki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına aittir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu yola başvurabilmesi için ön koşul, Yargıtay ceza daireleri tarafından temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmesidir. Bu karar, olağan yargılama sürecini sonlandıran bir karar olabileceği gibi, sürecin devamını gerektiren usul ve esasa yönelik bir bozma kararı da olabilir. İtiraz mercii olan Genel Kurul, fail ve fiil yönünden itiraz nedenlerine bağlı olmaksızın kararı her yönüyle inceleyerek (suç vasfı için yapılan itirazda suçun sabit olmadığına karar vermek gibi) itirazı yerinde görmezse reddine, aksi hâlde daire kararında tespit ettiği tüm hukuka aykırılıkların giderilmesine karar verecektir. İtiraz üzerine verilen kararlara karşı tekrar itirazda bulunulamaz. Ayrıca hakkında temyiz incelemesi yapılarak hüküm kurulmayan sanık hakkında itiraz yoluna başvurulması mümkün değildir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.06.1982 tarihli ve 12-281 sayılı ilamında, itiraz üzerine verilen Genel Kurul kararlarına karşı direnmenin olanaklı olup olmadığı değerlendirilmiştir. Söz konusu kararda;
“İlk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin direnme kararı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının prosedür, dayanak ve hukuki dokuları birbirinden farklıdır. Konuya açıklık getirmek bakımından iki müessese arasındaki farklılıkları belirlemekte yarar vardır.
2- Olağanüstü kanun yolu olan itiraz üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen karar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görüşünün kabulü veya reddi iken; direnme hâlinde, Yargıtay özel dairesi ile bölge adliye mahkemesi ceza dairesi ya da ilk derece mahkemesi kararlarından birinin hukuka uygunluğu konusunda onama veya bozma kararı verilmek suretiyle iki karar arasındaki uyuşmazlık çözümlenmektedir.
3- Ceza Genel Kurulu, itiraznamede ileri sürülen sebeplerle bağlı olmamakla birlikte, itiraz kanun yolunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca gösterilen itiraz sebepleri; direnmede ise bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya ilk derece mahkemesi kararındaki gerekçe ve gösterdiği dayanaklar, hukuki değerlendirmenin, diğer bir deyişle uyuşmazlığın esasını oluşturmaktadır.
4- İtiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme, tarafların iradesi dışında ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının başvurması üzerine yapıldığı hâlde; direnme hâlinde dava dosyası kendiliğinden Ceza Genel Kuruluna gönderilmemekte, bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı üzerine yeniden kurulan hükmün taraflarca temyiz edilmesi ve özel dairenin direnme kararını yerinde görmeyerek uyuşmazlığı çözmek için dosyayı Ceza Genel Kuruluna tevdi etmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, ancak yeni bir temyiz davası açılırsa Ceza Genel Kurulu işi ele alabilmektedir. Direnme kararı temyiz edilmezse o hâliyle kesinleşmektedir.
5- Ceza Genel Kurulu, itiraz kanun yolunda itiraz mercii olup itirazı kabul ettiği durumlarda özel dairenin yerine geçerek bir karar vermekte iken, ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince verilen direnme kararında ise, taraflar veya Cumhuriyet savcısınca açılan bir temyiz davası üzerine inceleme yapmaktadır.” tespitlerine yer verilerek direnme ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı arasındaki farklar ortaya konulduktan sonra CMUK’un 297 ile 304. maddelerinde düzenlenen itiraz ve bu beyanda 303. madde ile; temyiz faslında yer alan 322. maddedeki Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı arasında nitelik, mevzu, maksat, yetki ve yapı itibarıyla hiçbir ilişki olmadığı vurgulanmıştır. Bu nedenle kararda aynı Kanun’un 303. maddesinin Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında uygulama yeri bulunmadığı ortaya konulmuştur. Sonuç olarak ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine verilen Ceza Genel Kurulu kararlarına yerel mahkemelerin direnme haklarının bulunduğuna oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Bu karar öğretide eleştiriye konu olmuştur.
“Olağanüstü itiraz sonunda daha yükseği olmayan hâkimlerden oluşan Ceza Genel Kurulunun verdiği kararlara dahi uyulmayabileceğinin kabulü istisnayı yersiz olarak genişletmekte, uymama sonunda Genel Kurulun görüşünü almak esasına da ters düşmektedir. Ceza Genel Kurulunun görüşünde ısrar ettiğini sonraki kararlarından da anlamaktayız. Sonucu etkilemiş midir, yoksa ‘kanunda hak sözü geçmiyor’ diyen olmuş mudur ki uymamanın hak mı yetki mi olduğu uzun uzun tartışılmıştır. Daha işin başında ‘uymuyorum’ demekle Yargıtayın kararını ve otoritesini hiçe sayan bir karar verme yetkisini mahkemeye tanıyan Türk tipi ısrar kararı mı kaide de, dünyada bizden başka her memlekette mecbur olarak verilen, hatta açıkça verilmesine bile ihtiyaç duyulmayan uyma kararı istisna? Bizce bir normun kaide veya istisna oluşu, kanunun isabetsiz olabilen yazılışına bakılarak değil, niteliği ve uygulanış oranına bakılarak anlaşılır. Biz Yargıtay kararlarının çoğuna uyulduğunu sanıyor ve umuyoruz. Olağanüstü itirazla uymamanın, Genel Kurulca karara bağlanmak ortak noktası dışında önemli farklarından acaba hangi noktası kaçırılmış da itiraz sonunda Genel Kurulca verilen karara uyma mecburu olsun denilmiş? Bu fark, acaba bu karara da uymamayı haklı göstermeye yetiyor mu? İki durum birbiri aynı olmadıklarına göre elbette bazı noktalar farklı olacaktır. Biz teferruata değil, esasa bakıyoruz. Onun içindir ki esasa ters düşmekten söz ediyoruz. Tekrar edelim; iki kurumun esası, yani temeli aynıdır. İkisinde de Ceza Genel Kurulunun görüşünü almak ihtiyacı duyulmuştur ve iş bu Genel Kurula gelecektir. En yüksek mahkememizin ceza alanındaki en yüksek ve en kalabalık kurulun bir davada iki kere uğraştırmayalım diyoruz. Hele son karardan anlaşıldığı gibi, Genel Kurulun iki bozması da aynı noktadan olup ve aynı sebebe dayanırsa bu ikinci inceleme nasıl haklı görülebilir. Her şeyi kanuna bırakmayarak, kanunlardaki aksaklıkları mümkün oldukça yorum yoluyla gidererek, çatışan ihtiyaçlardan hangisinin daha ağır bastığına bakarak bunu sağlamaya çalışıyoruz.” (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 18. Baskı, İstanbul, Ekim 2010, s. 1779, 231 numaralı dipnot.).
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15/1. maddesinde de Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri “Yargıtay Dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek” şeklinde ifade edilmesine karşın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine verilecek kararlar hakkında ayrıca bir düzenlemeye yer verilmeyerek esasen direnme kararıyla itiraz üzerine verilen karar arasında bir fark olmadığı ortaya konulmuştur.
Yine doktrinde; “Direnme istisnadır. Direnme yetkisi, bizim durumumuzda başka hiçbir Devlet yokmuş gibi sadece bizde bulunmasının acayipliğini göstermektedir ki, çok istisnaidir. Bu nedenle uygulama çok sınırlı olmalı, istisna genişletilmemeli ve çok büyük bir ihtiyaç olmadıkça Genel Kurula gidilmemelidir. Direnmenin istisna oluşundan çıkan sonuçları şöyle sıralayabiliriz: …hangi sıfatla hareket ederse etsin, Ceza Genel Kurulunun bozma kararlarına direnme kabul edilmemelidir. Zira bozmaya uymamadan sonra Genel Kurula gidilmesi de gösteriyor ki direnme sadece Daire kararları bakımındandır.” (Kunter/Yenisey/ Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 18. baskı, İstanbul, Ekim 2010, s. 1778-1779.); “Genel Kurul itiraz sebeplerini varit görmezse itiraz davasını esastan reddeder. Varit görürse, dairenin kararını ıslah eder, yani daire yerine geçerek onun gibi karar verir… Verilen bozma kararlarına uyma mecburi olmalıdır.” (Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2020, s. 367.); “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı üzerine CGK tarafından verilen karara karşı da direnme mümkün değildir.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 10. Baskı, Ankara, 2015, s. 876.); “Burada üzerinde durulması gereken bir sorun, ceza dairesinin kararını düzeltmemesi ve dosyayı Ceza Genel Kurulu’na göndermesi durumunda, bu karara karşı ilk derece mahkemesi veya BAM’ın direnme yetkisine sahip olup olmadığıdır. CMK m. 307/3’te ‘Yargıtay’dan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Ancak, direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez’ hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere bu hükümde ‘direnme üzerine’ Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca verilen karara karşı direnmenin mümkün olmadığı düzenlenmiştir. Oysa burada dosya direnme kararı üzerine CGK önüne gelmiş değildir. Buna rağmen biz CMK m. 307/3’ün kıyas yoluyla uygulanması sonucu Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bozma kararına direnmenin mümkün olmadığı; ilk derece mahkemesi ya da BAM’ın, bozma kararına uymak ve bozma gerekçesi doğrultusunda bir karar vermek zorunda olduğu düşüncesindeyiz.” (Mustafa Ruhan Erdem-Candide Şentürk, Ceza Muhakemesinde Kanun Yolları, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2018, s. 252.); “Ceza Genel Kurulu itirazda ileri sürülen nedenlerle bağlı olmaksızın hükmü esas ve usul yönünden inceler. İnceleme sonunda itirazı reddeder ya da kabul eder. Kabul halinde kararın ortadan kaldırılması ile yetinmeyip aynı zamanda itiraz konusu hakkında da bir karar vermelidir. CGK ceza dairesinin verebileceği herhangi bir kararı verebilir: -onama – bozma; davanın esasına hükmedilmesi; ıslah. Bozmaya karşı direnme mümkün değildir.” (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pinar Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, 12. Baskı, Ankara, 2019, s. 790-791.); “İtiraz üzerine Ceza Genel Kurulunun verdiği bozma kararına karşı, bölge adliye ceza dairesinin direnme yetkisi bulunmakla birlikte, bunun inceleme yeri yine Ceza Genel Kuruludur. Bu ikinci aşamada Ceza Genel Kurulunun kararları bağlayıcıdır.” (Osman Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanu- nu, IV. Cilt, Seçkin Yayınevi, 5. Baskı, Ankara 2011, s. 4034.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Adil yargılanma hakkı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36/1 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde teminat altına alınmıştır. Bu haklardan birisi de davanın makul sürede sonuçlandırılmasıdır. Bu hakka ilişkin süre yalnızca dava başlayana dek geçen süreyle sınırlı değil, yargılanma sürecinin tamamıyla ilgilidir. Yüksek mahkeme ya da diğer bir yargısal makam da dahil olmak üzere daha yüksek dereceli mahkemelere yapılan temyiz başvurularının sonuca bağlanmasına kadar geçen süre bu kapsamdadır. Neyin makul süre olarak değerlendirileceği, söz konusu davanın niteliğine bağlı olarak değişir. Makul süreyi aşan gecikmelerin neler olduğunun değerlendirilmesinde davanın koşulları yani davanın karmaşıklığı, tarafların ve makamların tutumları ile dava konusunun başvurucu için önemi göz önüne alınır. Ayrıca ceza hukukunda gecikme olmaksızın adil yapılan bir yargılama mağdurların da hakkıdır ve bunun altında yatan ilke şu ifadeyle gayet doğru bir biçimde açıklanmıştır: “Geciken adalet, adalet değildir.” (İnsan Haklarını Anlamak, Wolfgang Benedek, s. 219).
Tüm hak arayanlar için geçerli olan bu hükmün amacı, ilgili kişileri yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı koymak; özellikle ceza davalarında, suçlanan (yahut herhangi bir nedenle mahkeme kararı bekleyen) kişinin uzun süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesiyle yaşamasını önlemektir (Stögmüller/Avusturya, 10.11.1969, A 9, S 5; Guincho/Portekiz; 10.07.1987, A 81, S 38; Bock/Almanya, 29.03.1989, A 150, S 48).
Anayasa’nın 141/4. maddesindeki “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir.” şeklinde ifadesini bulan emredici hüküm de bu amacı sağlamaya yöneliktir.
Ceza muhakemesinin şekline ilişkin ilkelerinden birisi de çabukluk ilkesidir. “Muhakemenin çabukluğu, ceza muhakemesinin başlamasından sonra karar verilerek bitirilmesine kadar duraksama olmaksızın yürütülmesidir. Muhakemede hak, görev ve yetki kullanan makamların mümkün olduğunca yürütmeleri ilerlemesini ve son karara bir an önce varılmasını sağlamaları gereklidir. …maddi gerçeğe ulaşılması isteniyorsa, yargılama uygun bir zaman diliminde tamamlanmalıdır. …ağır bir isnat altındaki vatandaş uygun bir zaman dilimi içinde kendisinin suçlu olup olmadığının tespitini talep etmek hakkına haizdir. Kaldı ki muhakemenin uzun bir süre geçmeden tamamlanması suçtan zarar gören ve mağdur açısından da önemlidir.” (Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 3. Baskı, Ankara 2010, s. 54).
Öte yandan ilk derece mahkemesinin hükümlerine karşı kanun yoluna başvuru hakkının sözleşme kapsamında korunması gereken bir hak olarak kabul edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 No.lu Protokol ile gerçekleşmiştir. Protokol, 22.11.1984 tarihinde imzalanmış; 01.11.1988 tarihinde yürürlüğe girmiş; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 25.03.2016 tarihinde onaylanarak iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. Protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesi;
“Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan Protokol ile adil yargılama ilkesi kapsamında cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı kabul edilmiştir. Bu hakkın istisnaları, ikinci fıkrada; kanunda düzenlenmiş haliyle düşük öneme sahip suçlar ve ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılanması veya beraat kararının temyiz edilmesi sonrası verilen mahkumiyet halleri olarak gösterilmiştir. Bu bağlamda bazı görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtay’da veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanması halinde bu istisna uygulanabilecektir. Sözleşme’de istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda ilk derece olarak Yargıtay’da yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek iki dereceli bir sistemin benimsendiği anlaşılmaktadır.
B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
Muhakeme hukukunda yargılama bir süreçtir. Sınırsız sürede ve belirsiz bir usulde yargılama faaliyeti gerçekleşmeyeceğinden, yargılamanın icrası, kararların verilmesi, başvurulabilecek olağan ve olağanüstü kanun yolları ile hükmün kesinleşme süreci ayrıntılı usul kurallarıyla düzenlenmiştir. Nitekim olağanüstü kanun yolu olarak Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz yetkisi tanınmıştır. Yerleşik uygulamaya göre Genel Kurul fiil ve fail hakkında itiraz nedenlerine bağlı olmaksızın (suç vasfı yönünden itiraz edilen olayda suçun sübut bulmadığı gibi) hükmü her yönüyle inceleyip yargılama sürecini sonlandıran veya hukuka aykırılıkların giderilmesi için ilk derece veya Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının bozulmasına yönelik süreci devam ettiren bir karar verebilmektedir. Bu kararın Özel Daire değil Genel Kurul kararı olduğu kuşkusuzdur. CMK’nın 271/4. maddesi uyarınca aksine hüküm bulunmayan hallerde itiraz üzerine merciin verdiği kararlar kesindir. Genel Kurulun 14.06.1982 tarihli ve 12-281 sayılı kararından olağan kanun yolu olarak itiraz ile olağanüstü itirazın farklı hükümlere tabi olduğu sonucuna ulaşmak mümkün ise de ceza yargılamasında maddi ve hukuki denetimde son sözü söyleme hakkını haiz Genel Kurul kararlarının bağlayıcı olup olmadığı tartışma konusudur.
2797 sayılı Kanun’da dairelerin, Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri, çalışma usul ve esasları ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Daireler iş bölümü esasına göre çalışmalarına rağmen Genel Kurulların görevleri kanunla belirlenmiştir. “Yargıtay” ibaresinden ayrım yapmaksızın Daire ve Genel Kurulun anlaşılması gerektiğine ilişkin görüşün hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim tutukluluğa itiraz ve salıverme talepleriyle ilgili dosyanın Yargıtay’da olması halini düzenleyen CMK’nın 104/3. maddesinde, “Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar resen de verilebilir.” düzenlemesine yer verilerek Daire ile Genel Kurul ayrımı ortaya konulmak suretiyle bu husustaki yetki karmaşası önlenmiştir.
Diğer yandan 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile CMK’da yapılan değişiklik sonrası, kanun koyucunun fuzuli işlerle iştigal etmeyeceği düşüncesinden hareketle Genel Kurulun önceki kararlarının yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu doğmuştur.
Bu bağlamda CMK’nın 307. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesinde “Yargıtay’dan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.” hükmüne yer verildikten hemen sonra direnme kararlarının, kararına direnilen daireye gönderileceğinin belirtilmesi, bu düzenlemeden de yalnızca Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına direnilebileceğinin anlaşılması ve Ceza Genel Kurulunun bu anlamda bir Ceza Dairesi olarak nitelendirilememesi, Genel Kurulun, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz nedenleri ve görüşleriyle bağlı olmaksızın itiraza konu hükmü tüm yönleriyle inceleyerek karara bağlama hak ve yetkisine sahip olması, ilk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin direnme kararları ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı prosedür, dayanak ve hukuki dokuları bakımından farklılık gösterseler de her iki halde de Yargıtay Ceza Genel Kurulunun görüşünü alma ihtiyacının bulunması, direnme ya da itiraz yoluyla Genel Kurul önüne gelen bir dosyanın aynı usullerle incelenip karara bağlanmasının, itiraz kanun yolu üzerine Genel Kurulca verilen bozma kararlarına karşı direnilebileceği şeklindeki kabulün aynı dosyanın Ceza Genel Kurulunca aynı yöntem ve usullerle bir kez daha ele alınarak yargılamanın uzaması sonucunu doğurması, dairelerin bozma kararlarına karşı ilk derece ve istinaf mahkemelerinin direnme yetkisini Genel Kurul kararlarına karşı da kullanabilmelerinin, olağanüstü itirazı hukuki sonuç doğurmayan bir kanun yolu haline dönüştürme riski taşıması, bir kural değil istisna niteliğindeki direnme üzerine Genel Kurulca verilen kararlara tekrar direnilememesinin o hususta Genel Kurulca bir sonuca varıldığı hukuki temeline dayanması, itiraz üzerine incelenen dosyalarda da bu yönden bir farklılık bulunmaması, diğer taraftan itiraz üzerine gelen dosyalarda itiraz sebebiyle bağlı olmayan Genel Kurulca zaten incelenmiş bir meseleye ilişkin direnme hakkı bulunmamasının adil yargılanma hakkını ihlal eden bir yönünün bulunmaması ve AİHS’ne Ek 7 No.lu Protokol’e göre üst yargı mercilerinin kararlarının kesinliğinin Sözleşme hükümlerine de aykırılık teşkil etmemesi karşısında; itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye mahkemesi ceza daireleri veya ilk derece mahkemelerince direnme kararı verilebilmesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararlarına karşı direnme mümkün olmadığından Yerel Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Ön sorun bakımından ulaşılan sonuç karşısında; sanığa atılı çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığı hususunun Genel Kurulca karara bağlanmış olduğu da dikkate alınarak bu uyuşmazlık konusu tekrar değerlendirilmemiştir.