BOZMA KARARI SONRASI DAVA DOSYASININ GÖNDERİLDİĞİ MAHKEMEDE HATA – BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNCE İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI KALDIRILMAK SURETİYLE YENİDEN KURULAN HÜKME İLİŞKİN ÖZEL DAİRECE VERİLEN BOZMA KARARI SONRASINDA DOSYANIN 6100 SAYILI HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU’NUN (6100 SAYILI KANUN 373 ÜNCÜ MADDESİNİN İKİNCİ FIKRASI GEREĞİNCE KARARI VEREN BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİ GEREKTİĞİ – İLK DERECE MAHKEMESİNCE VERİLEN DİRENME KARARININ USULDEN BOZULMASI GEREKTİĞİ

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine ve şartları oluşmadığından kötü niyet tazminatı takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davacının açmış olduğu tacirler arası akaryakıt bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak için yapılan icra takibine itirazın iptali davası subut bulmadığından esastan reddine davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötü niyetli olduğuna yönelik kanaat oluşmadığından davacı aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına, davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiğinden dolayı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) gereğince reddedilen 32.236.495,55 TL üzerinden hesap edilen 410.989,00 TL vekâlet ücreti takdirine, bu bedelin davacıdan tahsiline, davalı vekilinin diğer istinaf taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11 Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun’un (6100 sayılı Kanun) 369 ıncı maddesinin direnme kararının temini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü Duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek, tetkik hakimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I.	DAVA


Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı arasında akaryakıt-otogaz satış ve servis istasyonu kurulu bulunan taşınmazın; birinci dönemi beş yıl, ikinci dönemi beş yıl, üçüncü dönemi otuzsekiz ay süreli ve 1.01.2023 tarihine kadar geçerli olmak üzere müvekkili şirkete kiralanmasına ilişkin 19.10.2009 tarihli kira sözleşmesinin imzalandığını, diğer davalı R.K. ve 1.01.2023 tarihine kadar geçerli olmak üzere müvekkili şirkete kiralanmasına ilişkin 19.10.2009 tarihli kira sözleşmesinin imzalandığını, diğer davalı R.K. bu sözleşmeyi bu sözleşmeyi “garanti eden” sıfatıyla imzaladığını, müvekkili şirket ile davalı şirket arasında Akt edilen kira sözleşmesinin 4.2. Maddesi gereğince kararlaştırılan üç döneme ait kira bedelinin tamamı olan 11.132.342 USD+KDV’nin davalı tarafından düzenlenen faturalara ve taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesine uygun olarak davalıya ödendiğini, davanın keşide ettiği ihtarname ile kira sözleşmesinin birinci beş yıllık sürenin dolması ile sona davalı tarafın kira sözleşmesinin erdiğini müvekkili şirkete bildirdiğini, davalı tarafın kira sözleşmesinin 7 inci maddesi ile “Kira sözleşmesinin ilk beş yıllık döneme müteakip sona ermesi halinde kira sözleşmesinin sona erdiği tarihten, kira dönem sonuna kadar işlememiş süre olarak kabul edilecek döneme tekabül eden toplam 7.532.342 USD+KDV tutarındaki bedelini … iş  bu sözleşmenin imza tarihinde geçerli 12 aylık Amerikan Doları (USD) Libar + 5  üzerinden,  işlemiş kira dönemi esas alınarak hesaplanacak faiz ile birlikte ödemeyi…”  kabul ve taahhüt ettiğini, kira sözleşmesinin ilk 5 yıllık döneminin bitiminde davalı şirketçe sona erdirilmiş olması nedeniyle anılan sözleşme hüküm ve uyarınca işlememiş döneme tekabül eden kira bedeli ve faizin davalı tarafa fatura edilmiş olduğunu, mü vekili tarafından diğer alacakları ile birlikte anılan fatura bedellerinin ödenmesi hususunu davalı tarafa ihtarname gönderildiğini alacaklarının ödenmesi hususunda davaya yapmış olduğu ihtarın  sonuçsuz kalması nedeniyle müvekkili tarafından işlememiş suriye tekabül eden kira bedeli  ve faizine ilişkin alacaklarının tahsili için takibe konu ipoteklerin paraya çevrilmesi talebiyle İstanbul Anadolu 10 İcra Müdürlüğünün 2015/322 esas sayılı dosyası üzerinden tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla ipotek miktarıyla sınırlı olarak icra takibi başlatılmış olduğunu aynı zamanda alacağın tamamı için İstanbul 23. İcra Müdürlüğü'nün  2015/7625 Esas sayılı dosyasından tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla  ilamsız takip başlatıldığını, davalıların haksız itirazları nedeniyle icra takibi durdurulduğundan takibin devamı için eldeki bu itirazın iptali davasının açılmasının zorunluluğunun  doğduğunu belirterek fazla ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davanın kabulüyle tahsilde tekerrür oluşturmamak kaydıyla davalıların İstanbul 23. İcra Dairesinin 2015/7625 Esas sayılı icra dosyasına yaptıkları  haksız ve kötü niyetle itirazların iptali ile takibin devamına, davaların haksız ve kötü niyetli itirazların nedeni ile icra takibi tutarının %20'sinden az olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. 

II. CEVAP

Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davacı tarafından alacağın kira sözleşmesinin sona ermesinden kaynaklı bir alacak olduğu belirtilmiş ise de, dilekçinin davanın esası ile ilgili kısmında kira sözleşmesinin rekabet mevzuatı uyarınca 5 yıldan uzun süreli akdedilmesi nedeniyle hukuken geçersiz yaptırımına tabi hale geldiğini, bu nedenle dava konusu uyuşmazlığın rekabet mevzuatının amir hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğinin aşikar olduğunu belirterek haksız ve hukuka aykırı itirazın iptali davasının belirtilen usulü ve esas hakkındaki itirazları doğrultusunda reddine ve bu nedenle müvekilleri aleyhine başlatılmış olan haksız ve hukuka aykırı icra takiplerinin ayrı ayrı iptalini savunmuş, davacının kötü niyetli takibi ve itirazın iptali davası nedeniyle icra takibinin %20'si tutarındaki kötü niyet tazminatı ödemeye mahkum edilmesine karar verilmesinin talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 10.07.2020 tarihli ve 2019/344 Esas,  2020/405 Karar  sayılı kararıyla; toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, Davacı tarafça kira sözleşmesinin ikinci ve üçüncü dönemi için ödendiği iddia olunan  bedelin gerçekte taraflar arasında 2005 yılında akdedilen protokol uyarıca yapılan ve önceki döneme ilişkin borcun tasfiyesine ilişkin yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine ve şartları oluşmadığından kötüniyet tazminatı takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

İstinaf Yoluna Başvuranlar

	Ilk derece mahkemesinin Yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içerisinde karşı taraf vekilleri İstinaf başvurusunda bulunmuştur.

Gerekçe ve Sonuç

	Bölge Adliye Mahkemesi’nin  27.10.2020 tarihli ve 2020/2211  Esas,  2020/1639 Karar  sayılı kararıyla; taraflar arasında düzenlenen fesihnameler dikkate alındığında davacı tarafından davalıya ödenen bedellerin kira bedeli olmadığı,  protokol uyarınca davacı tarafça üstlenilen istasyonun inşası için yapılan masraflara ilişkin olduğu , davacı tarafından bu borcun üstlenildiği, davacı tarafın 2009 yılından itibaren ödediği paraların kirası sözleşmesi gereğince ödendiği, kira sözleşmesi gereğince kiralananın davacı tarafça kullanıldığı, bu nedenle ödenen bedellerin istenemeyeceği,  davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötü niyetli olduğuna ilişkin tam bir kanaat oluşmadığından kötü niyet tazminatı talebinin reddi gerektiği, dava konusunun para alacağı olması nedeniyle davanın reddi halinde davalılar lehine nispi  vekalet ücreti takdiri gerektiği gerekçesiyle davacı vekilinin  istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile mahkeme kararının kaldırılarak  yeniden hüküm kurulmak suretiyle davacının açmış olduğu tacirler arası akaryakıt bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak için yapılan icra takibine itirazın iptali davası subut bulmadığından esastan reddine, davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötü niyetli olduğuna yönelik kanaat oluşmadığından davacı aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına,  davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiğinden dolayı AAÜT Gereğince reddedilen 32.236.495,55 TL üzerinden hesap edilen 410.989,00 TL vekalet ücreti takdirine bu bedelin davacıdan tahsiline, davalılar vekilinin diğer israf taleplerinin reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRA YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içerisinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“...Davacı ile davalı arasında 1994 yılından itibaren devam eden ilişki kapsamında çeşitli tarihlerde protokoller, anlaşmalar yapıldığı, son olarak davaya konu 19.10.2019 tarihli kira sözleşmesi ile 19.10.2009 tarihli fesih protokolü imzalandı anlaşılmaktadır.

	 19.10.2009 tarihli kira sözleşmesi üç dönem ( 5 yıl, 5 yıl, 38 ay) için yapılmış, kira bedelinin ödenmesine ilişkin maddede, 9.440.000 TL’nin temlikname hükümleri gereğince, 4.116.258 TL + KDV’nin davalının  bankadan kullandığı kredinin faiz miktarına esas teşkil etmek üzere belirtilen tarihlerde davalının banka hesabına yatırılacağı, kalan kısmı ise…  nezdinde davanın doğmuş ve doğacak borçlarından mahsup edileceği kararlaştırılmıştır. Davalı tarafından davacı adına  28.10.2009 04.02.2010 ve  24.01.2011 tarihli faturalar düzenlenmiştir.  bu faturaların içeriğinde taraflar arasında kira sözleşmesinin 4.2 maddesinden söz edilerek kira bedellerinin ne şekilde ödeneceği ve hangi döneme ilişkin olarak fatura düzenlendiği açıkça yazılmıştır. Bu halde davacı tarafından davalıya yapılan 30.10.2009,  26.02.2010 ve  28.01.2011 tarihli ödemelerin kira sözleşmesi ve faturalar çerçevesinde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Taraflar arasındaki fesih protokolünde Bayilik anlaşmaları,  ek protokol ve taahutnameleri sona erdirdikleri, bayinin işbu fesih sözleşmesine konu ticari ilişki sebebiyle …’den  herhangi bir hak ve alacağının kalmadığı belirtilmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda  davacı tarafından davalıya yapılan ödemelerin Sadece ilk dönemi kapsayan kısmı için kira bedeli açıklaması ile deftere kayıtlı olduğu, diğer ödemelerin davacı defterlerinde Gelecek Yıllara Ait Giderler - Müş Yatırım (müşterilere yatırımlar) hesabına kaydedildiği belirtilmiştir.  Bu durumun sözleşmedeki kira ödeme planına uygun olduğu anlaşılmaktadır.  Davalı bayinin ibra beyanı sonucu  davacının sözleşmeye göre ve fatura karşılığı yaptığı kira ödemelerinin 2005 yılında yapılmış sözleşmeye istinaden yapıldığının kabulü mümkün değildir.

Kira sözleşmesinin “Kiralayanın sözleşmeyi tek taraflı fesih hakkı”  başlıklı 7.  maddesinde “ kiralayanın ikinci veya üçüncü kira dönemine ilişkin kabul iradesini yazılı olarak göstermeyerek işbu sözleşmeyi Ilk 5 yıllık kira süresinin hitamında tek taraflı olarak feshetmesi halinde  kira sözleşmesinin sona erdiği tarihten kira dönemi sonuna kadar işlememiş süre olarak kabul edilecek döneme tekabül eden toplam 7.532.342 USD + KDV  tutarındaki kira bedelini iş bu sözleşmenin imza tarihinde geçerli olan 12 aylık USD libor + 5 üzerinden, işlemiş kira süresi esas alınarak hesaplanacak faizi ile birlikte USD cinsinden veya fatura tarihinde geçerli TCMB  döviz satış kuru üzerinden hesaplanacak TL karşılığı olarak ödemeyi kabul ve taahhüt eder.” hükmü yer almaktadır.  Davalı,  12.11.2014 tarihinde davacıya ihtarname göndererek kira sözleşmesinin ikinci beş yıl içinde devam etmesini istemediklerini bildirerek kira sözleşmesini tek taraflı olarak feshetmiştir.

Mahkemece taraflar arasındaki fesih protokolü,  kira sözleşmesi, davalı tarafından Davacı adına düzenlenen faturalar da nazara alınarak bakiye kira alacağı hesaplanarak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru görülmemiştir…”  gerekçesiyle Davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince Verilen karara yönelik davacının istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi  kararının bozularak kaldırılmasına, 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu’un 373/1 inci maddesi  uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine,  kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karardaki gerekçeye ek olarak, Yargıtay bozma ilamında her ne kadar önceki sözleşmelerin kira sözleşmesi ile feshedildiği ileri sürülmüş ise de, gerek 2005 tarihli sözleşme, gerek 28.11.2008 tarihli anlaşma, gerek Kadıköy 15. Noterliğinin 31.12.2008 tarihli temliknamesi, gerekse davacı şirketin Akbank Kozyatağı Şube Müdürlüğüne yazdığı taahhütnameyle  bu bedelin 9.440.000,00 TL  olduğu, aynı bedelini daha sonra 2009 tarihinde yapılan kira sözleşmesinde  ikinci ve üçüncü dönem kira bedeli olarak ödendiği iddiası var ise de, davacı ve davalı arasında söz konusu bedenin ikinci kez ödendiğine ilişkin bir iddianın bulunmadığı,9.440.000,00 TL’lik  2005 tarihli sözleşme uyarınca davacı şirket tarafından üstlenilen  bu Kredi borcunun davalıya ya da dava dışı bankaya (kira sözleşmesinde belirtilen bedel dışında) ikinci kez bir ödemenin yapıldığının tespit edildiği, bu bağlamda fesih ve ibranamenin söz konusu bedenin ödenmesi şartıyla geçerli olacağı, davalıdan soyut bir ibraname alınmış olmasının bu bedelin ödendiği anlamına gelmediği, ödeme tarihi de dikkate alındığında 9.440.000,00 TL değerinde bir alacaktan davalı şirketin ibraname vermesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

Temyiz Yoluna Başvuranlar

	İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içerisinde karşı taraf vekilleri temiz sisteminde bulunmuştur.

Temyiz Sebepleri

	 Davacı vekili temyiz dilekçesinde; 19.10.2009 tarihli fesih protokolü ile  taraflar arasında daha önce akdedilmiş protokol, anlaşma ve tüm sözleşmelerin sona erdirilerek müvekili şirketin ibra edildiğini,  müvekilinin 2005 tarihli Protokol  ve 2008 tarihli Anlaşma’dan  ötürü davalı şirkete borcunun bulunmadığını, davalı şirketin kredi borcunun müvekkili tarafından temlik alınmadığını, kira sözleşmesinde öngörülen bedelin  tamamının  davalı şirkete eksiksiz olarak ödendiğini, bilirkişi raporuna itirazlarının mahkeme tarafından değerlendirilmediğini,  davalı taraf için nisbi vekalet ücretini hükmedilmesinin yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

Davalılar vekili temyiz dilekçesinde;  davacının iddia ve taleplerinin yerinde olmadığını, davacı tarafça iddia ondan alacağın zaman aşımına uğradığını, kira sözleşmesinin düzenlendiği tarihte beş yıldan  beri davacının dağıtım şirketi olduğunu, davacı aleyhine kötü niyet tazminatına hükmedilmesi gerektiğini,  müvekili R.K'ın  kefalet ve garantör  hükümlerinin geçersiz olması nedeniyle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını Talep etmiştir

Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda  tüm dosya kapsama esas alındığında, davacı tarafından davalıya ödenen  bedellerin kira bedeli niteliğinde mi yoksa protokol uyarınca davacı tarafça üstlenilen istasyonun inşası için yapılan masraflara mı ilişkin olduğu,  davalı bayinin 19.10.2009 tarihli “Fesih Protokolü”  başlıklı belgesindeki beyanının geçerli bir ibra beyanı olarak kabul edilip edilmeyeceği  ve davacının sözleşmeye göre, fatura karşılığı yaptığı kira ödemelerinin 2005 yılında yapılmış sözleşmeye istinaden yapıldığının kabulünün mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre taraflar arasındaki fesih protokolü,  kira sözleşmesi, davalı tarafından davacı adına düzenlenen  faturalar nazara alınarak bakiye kira alacağı hesaplanarak uygun sonuç çerçevesinde bir  karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Ön Sorun

 Hukuk Genel Kurulunda  yapılan görüşmeler sırasında öncelikle bölge adliye mahkemesince,  ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılarak yeniden karar verilmiş olması karşısında, bozma kararı sonrasında dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ise de, 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre  ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Gerekçe

İlgili Hukuk

6100 sayılı hukuk muhakemeleri kanununun 341 maddesinin birinci fıkrası,  352, 353, 355, 359, 361, 373 vd.  maddeleri

Değerlendirme

Ön sorunun çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler yanında hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
 6100 sayılı Kanun’un  341 inci  maddesinde hangi karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabileceği,  hangi hallerde Bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiş,  352 nci  maddesinde ise,  bölge adliye mahkemesi  hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonucunda incelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılmasının gerekli olması,  kararın kesin olması,  başvurunun süresi içinde yapılmaması, başvuru şartlarının yerine getirilmemesi, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmemesi hallerinden birinin tespiti durumunda öncelikle gerekli kararın verileceği,  eksiklik bulunmadığı Anlaşılan dosyanın incelemeye alınacağı belirtilmiştir. 
6100 sayılı Kanun’un 355 inci  maddesine göre;  istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.  Kanun’un  356 ıncı  maddesi ise 353 üncü  maddede belirtilen haller dışında incelemenin duruşmalı olarak yapılacağını hükme bağlamış, maddenin 7251  sayılı Kanun’un  36 maddesi ile eklenen 2 fıkrasında da duruşma sonunda bölge adliye mahkemesinin istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dahil gerekli kararlara vereceği belirtilmiştir.
 Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde genel olarak ilk derece mahkemesinin vakıalar, vakıaların  ispatı için ileri sürülen ve toplanan delillerin değerlendirilmesi,  yargılama usulü ve hukukun uygulanması ile ilgili noktalardaki kabulüne ilişkin eksiklik ya da yanlışlıklar sebebiyle istinaf kanunu yoluna başvurulabileceği sonuç çıkarılmaktadır. Başka bir anlatımla, vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki hatalar ile hukukun uygulanmasından kaynaklanan yanlışlıklar istinaf sebebi olacaktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2018 tarihli ve 2016/22-388 Esas 2018/1607 Karar sayılı kararı)
İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesi kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur.
 İlk derece mahkemesindeki tahkikatın amacı,  uyuşmazlıkla ilgili tarafların delillerini toplayıp değerlendirdikten sonra uyuşmazlığı çözüp karar bağlamak iken, temyiz incelemesinin amacı denetimdir. İstinafta ise, hem ilk derece mahkemesinin gerçekleştirdiği tahkikat denetlenir, hem de gerekirse yeniden inceleme yapılarak karar verilir. Zira istinaf yolunda sadece  hukuki denetim değil, aynı zamanda maddi vakıa denetimi de yapılmaktadır. Bu açıdan istinaf incelemesine ilk derece yargılamasının ne de temyizin özelliklerini tam olarak taşımaktadır. 
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, istinaf ile ilgili dar ve geniş istinaf sistemi olmak üzere iki sistem öngörülmüş olup, geniş anlamda istinaf sisteminde ilk derece yargılamasındaki gibi yeniden inceleme yapılmakta, maddi mesele, ortaya çıkan değişiklikler herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın ileri sürülen yeni delil ve olaylar yeniden ele alınarak incelenmektedir. Dar anlamda İstinaf sisteminde ise;  ilk yargılamadaki her şey yenilenmemekte, ilk yargılama baştan sona aynen tekrarlanmayarak maddi olay incelemesi yapılmakta ve kural olarak özellikle ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen hususlar incelenmemektedir. Yani dar anlamda istinaf sisteminde  verilen kararın ileri sürülen hususlar çerçevesinde maddi ve hukuki denetimi yapılmaktadır.
Hukukumuzda dar anlamda istinaf sistemi kabul edilmiş olup istinaf incelemesinin kapsamı 6100 sayılı Kanun’un  355 inci maddesi belirlemiştir. Bu madde hükmü dikkate alındığında  kamu düzenine aykırılık halleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleriyle sınırlı olarak  inceleme yapılır; istinaf sebebiyle bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delilerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim Kanun’un 357 nci  maddesi hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacak hususlar ile  ilk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği halde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan  deliller dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.
 Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması halinde  istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (6100  sayılı Kanun md 353/b -1). Duruşma yapılmasına gerek olmayan, 6100 sayılı Kanun’un  353 üncü maddesinin  (a) fıkrasının  1 la 6 ncı bentleri arasında düzenlenen usuli hataların bulunduğu durumlarda bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.
 Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin  doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kurar. Ayrıca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber kanun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verecektir.
Gelinen bu aşamada temyiz kanun yolu üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır.  Temyiz kanun yolu  6100 sayılı Kanun’un 361 inci  maddesine göre kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur.  362 nci  maddesinde ise temyiz edilemeyen kararlar hakkında düzenleme yapılmıştır. 
Temiz sebepleri ise Kanun’un  371 inci  maddesinde sayılmıştır. Bunlar;  hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve kararı etki eden yargılama hatası  veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiş olmakla birlikte, aynı Kanun’un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki hükmü  gereğince Yargıtay tarafların İleri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay,  taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse bozma kararı verecektir
 Üç aşamalı yargı sistemine geçilmesi nedeniyle Yargıtayın bozma kararı üzerine  dosyayı derece mahkemelerinden hangisine göndereceği ise 6100 sayılı Kanun’un  373 üncü  maddesinde düzenlenmiş olup anılan madde;

(1) Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.
(2) Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.
(3) Bölge adliye mahkemesi, 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.
(4) Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.
(5) İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.[58]
(6) (Ek: 17/4/2013-6460/1 md.) Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.
(7) Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur.

Görüleceği üzere Yargıtayın bozma kararı bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararı kaldırıp  düzelterek verdiği bir karar veya ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp davanın esası hakkında yeniden verdiği bir karara ilişkin ise dosya kararı vermiş olan bölge adliye mahkemesine  veya uygun görülen başka bir bölge adliye mahkemesine gönderilecektir.
 Ancak  bozma kararı, Bölge adliye mahkemesi tarafından verilen israf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise Bölge adliye mahkemesi kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de Bölge adliye mahkemesine gönderilir.
Burada iki durum arasındaki fark şu noktadadır: Birincisinde (6100 sayılı Kanun öd. 373/2), bölge adliye Mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını yanlış bulup yeni bir karar vermiştir; ikincisinde ise (6100 sayılı Kanun md. 373/1), bölge adliye mahkemesi ilk Birincisinde, dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi normaldir. Çünkü artık ilk derecenin bir kararı mevcut değildir, bozulan karar bölge adliye mahkemesinin kararıdır, dosya kararı bozulan mahkemeye göndermektedir. İkincisinde ise her ne kadar bozma kararı bölge adliye mahkemesi kararına ilişkin olsa da, özünde ilk derecenin kararı bozulmuştur; çünkü bu durumda istinaf aşamasında bir karar verilmemiş, sadece ilk derecenin kararı doğru bulunmuş ve istinaf başvurusu reddedilmiştir. İstinafın kararı bozulmakla, aslında ilk derecenin kararı yanlış bulunduğundan dosya ilk derece mahkemesine gönderilmelidir (Hakan Pekcanıtez, Muhammed Özekes, Mine Akkan, Hülya Taş Korkmaz, Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C. III, İstanbul 2017, s. 2302). Dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ve ilk derece mahkemesi bozma kararına uymuş ise, bozmaya uyularak verilen karara karşı temiz yoluna başvurulabilir.
Dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, 6100 sayılı Kanunun 360 ıncı maddesinin atfıyla ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulüne göre 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden taraflara duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyumayacağına karar verir. gerek ilk derece mahkemesi, gerekse bölge adliye mahkemesi bozma kararına girilirse bu kararın temiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır ve daire direnme kararı yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.
Bölge adliye mahkemesinin, ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak düzelterek yeniden karar vermesi durumunda 6100 sayılı Kanun’un 373. maddesinin ikinci fıkrasındaki açık hüküm nedeniyle dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Dolayısıyla bölge adliye mahkemesinin düzelterek verdiği kararın bozulması nedeniyle dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi mümkün olmadığı gibi dosya sonucu ilk derece mahkemesine gönderilse dahi ilk derece mahkemesinin bozma kararı hakkında uyma yahut direnme kararı vermesi bir sonuç doğurmayacaktır. Zira böyle bir durumda bozma kararına uyma yahut direnme kararını verme yetki ve yükümlülüğü bölge adliye mahkemesine aittir. İlk derece mahkemesi kararını kaldırılarak yeniden hüküm kurulması nedeniyle hüküm mahkemesi sıfatı devam eden bölge adliye mahkemesinin, kararın bozulması durumunda bozmaya uyma ya da direnme şeklinde uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli bir karar vermesi gerekir.
Yapılan açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesi kararının taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, mahkeme kararının kaldırılarak davacının açmış olduğu tacirler arası akaryakıt bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak için yapılan icra takibine itirazım iptali davası somut bulunmadığından esastan reddine, davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötüniyetli olduğuna yönelik kanaat oluşmadığından davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına, davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiğiğinde dolayı AAÜT gereğince reddedilen 32.236.495,55 TL üzerinden hesap edilen 410.989,00 TL vekâlet ücreti takdirine, bu bedelin davacıdan tahsiline, davalar vekilinin diğer istinaf taleplerinin reddine karar verilmiştir. Kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle karar bozulmuş ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesini müteakip ilk derece mahkemesince direnme kararı verilmiştir.
Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmak suretiyle yeniden kurulan hükme ilişkin Özel Daire bozma kararı sonrası dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ise de, 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası gereğince dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerekli ve zorunlu iken, yanılgı sonucu dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmiş olması, bölge adliye mahkemesinin 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında bozma kararına karşı uyma veya direnme kararı verme yetkisini ortadan kaldırmayacağı gibi bu yetkinin ilk derece mahkemesine geçeceği sonucunu da doğurmaz. Başka bir anlatımla tek derece mahkemesince direnme adı altında verilen kararın bir sonuç doğduğundan ya da tarafların leh ve aleyhine usule ilişkin hak bahşettiğinden söz edilemez.
Yapılan açıklamalar karşısında, Özel Daire bozma kararı sonrasında dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olarak olarak ilk önce mahkemesine gönderilmesi üzerine ilk derece mahkemesince, bozma kararı hakkında aynı maddenin üçüncü fıkrası çerçevesinde bir karar vermek üzere dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerekirken, anılan Kanun hükmüne aykırı şekilde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
O halde ilk derece mahkemesi kararı yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı usulden bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

İlk Derece Mahkemesinin kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA

Bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,

İstek halinde temiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmek üzere 6100 sayılı Kanunun 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,

11.10.20023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 11.10.2023, 2022/11-659 Esas, 2023/937 Karar)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir